8 Mayıs 2012 Salı

KARDEŞ, BUKOWSKİ MANİTANI KESMİYORMUŞ.


Yürüyen merdivene biniyorum. Genç bir adamla çok hoş bir kız var önümde.Kızın pantolonu ve bluzu tenine yapışmış. Yukarı çıkarken kız bir ayağını bir basamak yukarı yerleştiriyor ve kalçası büyüleyici bir biçim alıyor. Genç adam etrafına bakınıyor. Endişeli bir hali var. Bana bakıyor. Başımı çeviriyorum. Hayır, genç adam, bakmıyorum, sevgilinin kıçına bakmıyorum. Kaygılanma, ona da sana da saygı duyuyorum. Hatta, her şeye saygı duyuyorum: büyüyen çiçeklere, genç kadınlara, çocuklara, bütün hayvanlara, değerli ve karmaşık evreninize, her şeye ve herkese... GenÇ adamın biraz rahatlamış olduğunu hissediyor ve seviniyorum onun adına. Sorununu biliyorum: kızın bir annesi var, babası var, belki de bir kız kardeşi ya da ağabeyi ve kuşkusuz bir sürü sevimsiz akrabası...

Ve dans edip flört etmeyi seviyor

ve sinemaya gitmeyi seviyor

ve bazen aynı anda sakız çiğneyip konuşuyor

ve aptal televizyon dizilerine bayılıyor

ve gelişmekte olan bir aktris olduğunu düşünüyor

ve her zaman çok güzel görünmüyor

ve ürkütücü bir öfkesi var

ve arada sırada çıldırdığı oluyor

ve telefonda saatlerce konuşabiliyor

ve yakında bir yazını Avrupa'da geçirmek istiyor

ve ona neredeyse yeni bir Mercedes almanı istiyor

ve Mel Gibson'a âşık

ve annesi ayyaş

ve babası ırkçı

ve bazen çok fazla içtiğinde horluyor

ve yatakta genellikle soğuk ve bir gurusu var,

 1978 yılında çölde İsa'yla karşılaşmış bir tip,

ve dansçı olmak istiyor

ve şu anda işsiz

ve ne zaman şeker ya da peynir yese migreni tutuyor.

Kızı yürüyen merdivende yukarı çıkarışını izliyorum, kolunu korumak ister gibi beline dolamış, talihli olduğunu düşünüyor. Kendini çok özel buluyor. Dünyada hiç kimsenin sahip olmadığı bir şeye sahip olduğunu düşünüyor ve haklı. Çok haklı, kolunu o bağırsak, mesane, böbrek, akciğer, tuz, sülfür, karbondioksit ve balgam yığınına dolarken, şans dilerim.

                                                                                                                 *Charles Bukowski