22 Aralık 2012 Cumartesi

BAZI ACILAR SEVGİYİ DAHA ANLAMLI KILAR


   "Hayır sağlamları, kendine güvenenleri, guruluları, neşelileri, sevinçli olanları sevmenin anlamı yoktu. Onların buna ihtiyacı yoktu. Bu gibiler sevgiyi sanki kendilerine ödenmesi gereken bir borçmuş gibi, yukarıdan bakarak, umursamazca kabul ederler. Bir insanın kendisini vermesi onlar için gelişi güzel bir olay, saçlarına taktıkları br süs, kollarına geçirdikleri bir bilezik sanki...

   Ancak kaderin tokadını yemiş, kendine güvenlerini yitirmiş, hor görülmüş, çirkin yaradılmış olanlara sevgi gerçek bir destek olur. Yalnız böyleleri bilir sevmeyi, sevilmeyi...Şükran duygularıyla, alçak gönüllülükle sevmek gerektiğini ancak onlar bilir."

                                                                                   *Stephan Zweig

YİNG-YANG



Şeytan sizi bir şeyler yapmaya çağırdığında bazen kötü biri olduğunuz için onu yaparsınız, bazen kimseye hayır diyemeyecek kadar iyi biri olduğunuz için..

16 Aralık 2012 Pazar

SATÜRN RADYOSU ŞARKILARI-3

Bazen tüm gün, tek bir şarkı döner durur listenizde...
a spider web, and I'm caught in the middle

11 Aralık 2012 Salı

HUZURSUZ ANTOLOJİSİ-2


Kalabalık için yaratılmamıştır geceler.
Gece seni ayırır komşundan,
buna aldırmadan gitmemelisin kapısına.
Ve odanda geceleyin ışık yakarsan,
bakmak için insanların yüzüne,
iyi düşünmelisin: Bakmak, ama kime.
Korkunç çirkinleşmiştir insanlar,
yüzlerinden damla damla akan ışıkla,
ve gece toplanmışlarsa bir arada,
sallantıda bir dünyadır gördüğün,
ne varsa karışmıştır birbirine.

Alınlarında sarı bir ışık
bastırmıştır bütün düşünceleri,
şarap kıvılcımlanır bakışlarında,
ağırlaşmıştır elleri, konuşurlarken
yaptıkları hareketlerden;
Ben, Ben derler boyuna


Rainer Maria Rilke 

9 Aralık 2012 Pazar

SENKRON KAYMASI




                                                                                                                         Çizim: SatürnSakini
                                                                                                           

Yavaşça     yaklaştım parayı    uzatıp bir öğren   -ci dedim,    gece tarifesi      keseceğim dedi büfeci ve para üstünü eksik verdi.        Sigaramı alıp çıktım büfeden. Okula gitmek    üzere       dolmuşa bindim.Öksür dedi dolmuşçu, parayı uzatıp yarım kilo olsun dedim. Bir süre gittik.   kampüse vardığımızda, antibiyotik yazdı dolmuşcu. Dolmuştan indim.Geç girdim yine derse. Hoca      gözlüklerinin        üzerinden bakıp, 51 mi,okey mi dedi.Utandım, özür        dilerim yanlış numara deyip, yerime geçtim. Ders bitti.      Eve    dönmek üzere dolmuş sırasına  girdim yeniden. Arkamdaki           çocuk kolund a    bir saat varmış    gibi kolunu göstererek "tertip senin şafak kaç" dedi.     Bir lira zam            gelmiş dedim.    Sonra dolmuşa bindik .Çarşıda indim, gömlek      almak iç  in bir mağzaya girdim. Beğendiğim    gömlekleri gösterip tazesin den koy dedim, poşete koyarken gömleklerimi tezgahtar; içecek bir şey alır mısınız dedi.      Gülümsedim "tura gelir" deyip çıktım mağzadan. Yol üstü bir fırına uğradım, sekiz seansına bir öğrenci
dedim, iki        ekmek uzattı fırıncı amca, ödev teslimi yarın son dedi, iyi yayınlar dileyip çıktım kibarca.Kulaklığımı taktım, kulağımı n içinde          bir ses hararetli          konuşmaya başladı: "bu sezon hakem hataları, sakatlıklara rağmen           kopmadığımız şampiy   onluk yarışında klübümüzün          transfer bütçesine bakacak olursak..." eve kadar             ıslıkla eşlik ettim. Asansörde             yöneticiyle karşılaştık, camiye yardım dedi,       emredersiniz albayım dedim. Zili çaldım.           Ev arkadaşım kapıyı açtı. Yarışmaya hoş geldiniz dedi, gülümsedim. Allah kurtarsın deyip,  içeri girdim. Üzerimi d    eğiştirdim, televizyonu açtım mecliste başbak an              konuşm a yapı         yordu: "Arkadaşlar mahmut hoca, aaa           mahmut hocada kaçmış. sen ne zaman kaçt     ın mahmut    hoca..     Allah Allah           tünelde de karşılaşmadık yahu".     Güldüm. Kanalı değiştirdim bir hava dur   umu sunucusu gitar      çalıyordu, müzik       kanalında Teoman, değer ka   ybeden hisse senetlerinden         bahsediyordu. Sıkıldım ka pattım t    elevizyonu. Annem aradı elektiriğimizi kesece  kmiş, hayırlı tezkereler diledim.

   Gözlerimi kapatıp, düşündüm. Herkesin kafası biraz karışıktı fakat hayat devam ediyordu bir şekilde...

Peki hiçbir şey aksamıyorsa, her şey yolunda sayılabilir miydi?


*SatürnSakini

7 Aralık 2012 Cuma

KISAFİLM1#: BAZEN HAYATIN DENKLEMİ ÇOK DA ZOR DEĞİLMİŞ GİBİ...

O değil de Kiarostami çok bozdu, öyle böyle değil   çok bozdu. Önünü alamadık.. Taste of Cherry nerde,   Like Some One in Love nerede?

5 Aralık 2012 Çarşamba

BİR GARİP FETİŞİZM

                                                                                                                                     Çizim: SatürnSakini

  Ne zaman duygularımı ifade edemesem ayak uçlarıma bakıyorum, bilmiyorum sizde de oluyor mu bu ama ayakların nedense garip bir büyüsü varmış gibi geliyor bana. Üzügünken, kızgınken, kırılmışken...Hep ayak uçlarıma bakıyorum, hayır boynunu bükmekle, gözlerini kaçırmakla alakası yok bunun, tamamen ayaklarla ilgili. Çocukken işlediğim kabahatlerden dolayı azarlandığımda dahi bunu yaptığımı hatırlıyorum. Hayır, hayır halıdaki desenlerle de ilgisi yok, diyorum ya ayaklarla ilgili...

Neredeyse iki gündür kesintisiz olarak ayakları düşünüyorum...Daha bir iki gün önce burada ayak/ayakkabı  konulu bir şeyler paylaşmıştım. Hatice Hanımın Yüksek ökçeleri ile ilgili olan..İşte o günden bu yana kurtulamadım bundan. Evet ayaklar...Hiçbir şey ifade etmiyorlar ama deli gibi düşünüyorum işte. Yalın ayaklar düşünüyorum, -e halinde, -den halinde ayaklar, bazıları çoraplar giymişler, bazıları ayakkabılar. En çok da ayakkabılıları düşünüyorum. İçinde ayaklar olan ayakkabıları, cümle içinde kullanmak istiyorum mesela. Sayfalarca ayakkabı yazmak istiyorum ceza almış ilkokul çocukları gibi...Durduramıyorum...Çizmeler, ruganlar, makosenler, timberlandler, kunduralar, köseleler, kramponlar giymiş ayaklar tepiniyor beynimde.

  Eğer gerçekten dost başa, düşman ayağa bakıyorsa herkese düşman olmak istiyorum. Ucuza ayakkabı satan ayakkabı mağzaları giriyor rüyama, müşterilerin ayakları alışıyor. Uyanamayacaksam uykumdan, ruhum ayaklarımdan çıkmaya başlıyacağını biliyorum.

 Iraklı gazetecilerin fırlattığı ayakkabıların amerikan başkanlarını ıskalamadığı haberler  izlemek istiyor canım. Filmler izlemek istiyorum içinde ayakkabılar geçen. Gold Rush'ta Chaplin'in yediği ayakkabısından tatmak istiyorum bir lokma...Casablanca'yı durdurp durdurp Humphrey Bogart'ın ,Bergman'ın boyuna ulaşmak için giydiği özel ayakkabıları yakalamya çalışıyorum. 42 numara ayaklarıyla Uma Thurman oynuyor Kill Bill'de. Kitaplar okuyorum içinde ayakkabılar geçen; Korkma Ben Varım'da platonik aşık Müntekim ihanet ediyor baba mesleği ayakkabıcılığa,  Yahya Kemal;

Nev-bahar-ı vuslatın bassun deyü ilk ayına/ Kavuşmanın baharı bassın diye ilk ayına
Buseden papuş giydirdim o nermin payına/ Öpücükten papuç giydirdim (yarin)o yumuşak ayağına...

diyor..

Işıklı ayakkabılar giyen çocuklara masallar anlatasım geliyor; Çizmeli kediler, Yüksek Ökçeler, Cindrellalar...

Tarih ayakkabının icadıyla başlıyor benim için. Neil Armstrong'un kendisi için küçük, insanlık için büyük adımından ziyade giydiği astronot ayakkabıları ilgilendiriyor beni...Savaşlar,antlaşmalar umrumda değil.Fransa tahtında 14. Louis'in boyunu uzun göstermek için giydiği çizmeleri, İstiklal harbindeki ayakkabısız askerleri düşünüyorum.

Şarkılar söylüyorum kendi kendime.Türünün, yöresinin, kimin söylediğinin hiç önemi yok. İçinde ayakkabı geçse yeter benim için.

Kundurama kum dolsa atmaya kürek gerek..
Ayağımda kundura, yar gelse dura dura..
Old brown Shoes(The Beatles)
The Boots are Made for Walking(Nancy sinatra)
Walking in My Shoes(Depeche Mode)


"I am not looking for a clearer conscience
Peace of mind after what I've been through
And before we talk of any repentance
Try walking in my shoes
Try walking in my shoes"

İçinde ayakkabı geçen şarkılar dilime dolanıyor. Anadilim tükeniyor ayakkabıları düşünürken. İçinde ayakkabı geçen deyimleri düşünüyorum başka dillerde, Mesela; Walking in my shoes; "Kendini benim yerime koy" gibi bir anlama geliyor sanırsam...

Ve aniden içinde ayakkabı geçen sorular, çivili kramponla atılan tekmeler gibi çarpıyor suratıma.  
" Ya aynı kapının önünde durmazsa ayakkabılarımız hiç?", "camide çalınırsa bayramlık ayakkabıların?" "Kara lastik, şu geçirmez ama mantar yapar!"

Ve serüvenlerini  düşünüyorum ayakkabıların. Astar kesme makineleri, pres makineleri uğulduyor sanki beynimin içinde. Yapışıyor ayakkabılar, dikiliyor ayakkabılar, etiketleniyor, kutulanıyor, konveyörlere düşüyor ayakkabılar. Konveyörler dönüyor...Başım dönüyor...

Vitrinlere düşer ayakabılar, beğenilmeyi beklerler. Ansızın bir tezgahta karşılaşırsın onlarla, beğenirsin, çok güzel görünür gözüne, alırsın. Sezon sonu, ucuza gelirler üstelik...Yeni ayakkabılarını seversin elbet. Önceleri özen gösterirsin onlara, kirlenmesinden korkarsın, kaybolur diye dışarıda bırakmazsın hiçbir zaman, yürürken ayaklarında olması mutlu eder seni. Sonra alışırsın...Çünkü ayakkabılarının kendi başlarına seni bırakıp gidemeyeceği gerçeğinin rahatlığı sarar seni ve O kadar da güzel görünmemeye başlar gözüne, giyince kendini özel hissetmezsin artık. Kirlenmiş olmasını umursamamaya başlarsın, kapının dışında kalması çok da önemsemezsin artık. Önce daha seyrek giymeye başlarsın, sonra sadece ihtiyacın olduğunda giyersin ve sonunda da ayakabılığın bir köşesinde unutur gidersin...Giyip, giymemek keyfine kalmıştır ne de olsa . İraden, tercihlerin vardır senin. Ayakkabılar ise herhangi bir şeydir sadece, istediğin zaman atıp, istediğin zaman giyebilirsin, hiçbir şey hissetmezler ne de olsa...Ne de olsa sadece sahiplerine ait bir eşyalardan ibarettir ayakkabılar...
 
Ayaklarım üşüyor...
ve ben, üşüyen ayaklarına çoraplar giydiriyorum ellerimle..

                                                                                                                                 *SatürnSakini

2 Aralık 2012 Pazar

(Kedisel Sohbetler-1)PİSTANTHROPHOBİA

Pistantrophobia: Litaratürde kişinin insanlara güvenme korkusu olarak geçiyor.

 Adım başı güvenlik kameraları ile donatılmış evler, 35461368 adet kilidi bulunan dev çelik kapılar, dikkat köpek var'lar, sitelere özel güvenlik görevlileri, babycamler, kilitli cami ayakkabılıkları, 5. katta pencere korkulukları... Bunları görünce insan klişe tepit kaşesini yapıştırmaktan alamıyor kendini. "Çağımızın hastalığı"

 Geçen Müezza'yla da konuştuk bu konuyu...Müezza rasyonel bir ev kedisi, Çapa Tıp Fakültesi son sınıfta, psikyatr olma hayallerinden vazgeçerek, okulu bırakıp ev kedisi olmaya karar vermiş. Onun hikayesi de acayip, anlatırım bir ara... Neyse ne diyodum? Hah şu pistanthrophobia meselesi..."Çağımızın hastalığı" ben tespit yaptım, Müezza'da teşhiste bulundu. Zaten Müezzayla muhabbetlerimiz genelde bu eksende döner. Ben tespit yaparım, o teşhis koyar. İkisi farklı şeyler, karıştırmamak lazım.

 Müezza'nın teşhisine göre; Bu durum toplumsal bir olay değil kişilerin bireysel tecrübelerinin topluma yansımış sonuçlarından ibaretmiş. Dolayısıyla bu toplumun bir parçası olarak ben de pistanthrophobic bir vakaymışım. Elbette altında pedagojik sebepler varmış; Ne bileyim, küçükken "bi tur versene la" diyerek bisikletimi alıp, bir daha geri getirmeyen bohçacı çocukların tesirinden kurtulamamış olabilirmişim mesela ya da 9 yaşındayken aşık olduğum bize her geldiğinde senle evleneceğim deyip bana umut veren, benden 15 yaş büyük komşu abla başkasıyla evledniği için olabilirmiş...Eyvallah Müezza, bulguların teşhisini doğruluyor, bari çaresini de söyle tam olsun diyorum. Müezza diplomasız olduğu ve ayrıca bir ev kedisi olduğu için bana geçerli bir reçete yazamayacağını söylüyor ama tok karnına günde iki doz Ömer Seyfettin önerebileceğini belirtiyor. Tok karnına diyor, çünkü edebiyatın karın doyurmayacağının farkında...

 "Hatice hanım, pek genç dul kalmış zengin bir hanımdır.13 yaşındayken 60 yaşında yaşlı ve hastalıklı bir erkekle evlenmiştir. Hatice hanım başlıca merakı temizlikle, namusluluktu. Göztepe 'deki köşkünü hizmetçi Eleni ile evletlığı Gülter 'le beraber temizler, aşçısı Mehmet'i her gün traş ettirir. Bolu'lu oğlanı tepeden tırnağa beyazlar giydirirdi. Evdeki çalışanları çok namusluydular. Kileri kitlemez, paraları meydanda dururdu. Evdeki çalışanlarına kimseyle konuşmamalarını öğütlerdi. Birgün Hatice hanım 'ın birden başı döndü ve bayıldı. Doktor hastalığının sebebini Hatice hanım 'ın yüksek ökçeli ayakkabılarına bağladı ve ona ökçesiz ayakkabı önerdi. O günden sonra evdekilere söz dinletemez oldu. Kiler de artık boşalmaya başlamıştı. Bir gün mutfağın kapısını gelen sesler üzerine açtı ve aşçıyla çalışanları fingirdeşirken gördü bu olay sonucunda hepsini evinden kovdu. Ardından eve çok çalışan aldı, ama sonunda onları da hatalarından dolayı kovdu. Meğer eskiden hizmetliler Hatice Hanım gelirken yüksek ökçeli terliklerinin sesin duyar yaptıkları işi hemen düzeltir, toparlanırlarmış. Böylece Hatice hanımda onları hiç yakalayamazmış, bu yüzden de Hatice hanım onları düzgün insanlar zannedermiş.

Hatice hanım bunu farkedince yine ökçeli ayakkabıları giyer olmuş, hastaymış, canını acıtıyomuş ama kafası rahatmış.
" Ömer Seyfettin/Yüksek Ökçeler

Sanırım Müezza'da, Ömer Seyfettin'de haklı. Bazen kusurları görmezden gelmek için mesafeli olmak gerek. Hatta bazen bu mesafeli duruş, bu samimiyetten kaçış canımızı yakabilir, fakat kafanız rahat olur.

 Müezza, rasyonel ve ayrıca dindar bir ev kedisi olarak Allah'ın adlarınından birinin Settar olduğunu hatırlatıyor bana ve terapi ücreti olarak bir kutu ton balığını paylaşma teklifimi geri çevirmiyor.

Sonuçta: İN GOD WE TRUST...

*SatürnSakini