19 Ocak 2013 Cumartesi

SANA AT YAZILARI: Bir Şarkı, Bir Belgesel. Vicdan ve Serbest Piyasaya Dair.

16 Tons, aslen Merle Travis 'e ait 40'lı yıllarda yazılmış bir madenci şarkısı.

Ümit Kıvanç'a ait maden işçilerine dair bir belgesel sayesinde keşfettim.

Babası da madenci olan Merle abimiz 40'lı yıllarda böyle madenci deyişlerinden filan bi şarkı yapmışsa da o yıllarda pek tutmamış. Daha sonra 1950'nin ortalarında Amerikalıların pek sevdiği bir ağabey olan Tennessee Ernie Ford  bu şarkıyı bir televizyon programında söyleyince şarkı patlamış, sonra albümüne filan koymuş bunu. Şarkı liste rekorları kırmış, onlarca coverı yapılmış, bir çok isim tarafından seslendirilmiş, kral tv'de filan çıkmış baya piyasa olmuş anlayacağınız.

   Merle Travis abi daha küçüken, babasının madende çalıştığı yıllarda maden işçilerine yükledikleri kömüre göre ödeme yapılırmış. İşçilerin şirketler tarafından madenlere yakın yerlerde kurulmuş yerleşim alanlarında, insani koşullardan uzak, madeni çıkaran şirketler tarafından tahsis edilmiş konutlarda verdiği yaşam mücadelelerini anlatıyor şarkı. Durum o kadar kötüymüş ki, şirketler bu işçilere para dahi ödemez, alış-veriş için bu yerleşim yerlerinde, yalnızca yine bu şirketlerin açtıkları marketlerde geçen markalar verirlermiş. işçiyi daha fazla çalıştırmaya odaklanmış firmalar kendi marketlerinde fahiş fiyatlandırmalar yapar, böylece işçileri sürekli olarak bu marketlere borçlu tutarlarmış. Tabi onurlu işçiler de borçlarını ödemek için sürekli kendilerini daha fazla çalışmak zorunda hissederlermiş. Sanıyorum şarkıda bahsedilen "company store"-"şirket marketi" bu şekilde ortaya çıkmış bir kavram.

Tabi günümüzde buna serbest piyasa ekonomisi diyenler de var.

Tennessee Ernie Ford başta Ereğli havzası olmak üzere yurdumun 4 köşesindeki bütün madenci abilerimiz için söylüyor.

Bazı insanlar der ki, insan çamurdan yapılmıştır. 
Oysa zavallı adamcağız, kas ve kandan yapılmıştır. 
Kas, kan, deri ve kemikler... 
Zayıf bir zihin ve kuvvetli bir sırt... 

Onaltı ton yüklersin, eline ne geçer? 
Daha da yaşlanıp, daha da borca batarsın. 
Aziz peter, ben ölemem bile 
Çünkü ruhum şirketin marketinde rehin 

Güneşin ışıldamadığı bir sabah doğdum 
Küreğimi alıp madene doğru yürüdüm 
9 numara kömürden onaltı ton yükledim 
ve patron da dedi ki "vay be" 

Onaltı ton yüklersin, eline ne geçer 
Daha da yaşlanıp daha da borca batarsın 
Aziz peter, ben ölemem bile 
Çünkü ruhum şirketin marketinde rehin 

Bir sabah doğmuştum, hafif yağmur yağıyordu 
Dövüşmek ve bela benim göbek adım. 
Bambu çalılığında bir anne aslan tarafından büyütüldüm 
Hiç bir cırtlak sesli kadın, beni hizaya sokamaz 

Onaltı ton yüklersin, eline ne geçer. 
Daha da yaşlanıp, daha da borca batarsın 
Aziz peter, ben ölemem bile 
Çünkü ruhum şirketin marketinde rehin 

Eğer beni karşıdan gelirken görürsen kenara çekil 
Bir çok adam çekilmedi, bir çok adam öldü 
Bir yumruğum demirden, öbürü çelikten 
Eğer sağdaki halledemezse, soldaki halleder 

Onaltı ton yüklersin, eline ne geçer 
Daha da yaşlanıp daha da borca batarsın 
Aziz peter, ben ölemem bile 
Çünkü ruhum şirketin marketinde rehin...


Ümit Kıvanç' a ait belgeseli şuradan izleyebilirsiniz: Vicdan ve serbest piyasaya dair bir film
Şiddetle tavsiye edilir...

*SatürnSakini

15 Ocak 2013 Salı

MUTSUZ PALYAÇOLAR SENDİKASI-1


...
    Aynaya baktı son kez, kostümünü düzeltti ve perdenin arkasından yavaşça sahnenin ortasına doğru yürüdü. Müzik başladı ve bir anda spot ışıklar aydınlattı sahnenin ortasındaki palyaçoyu. Salon kalabalıktı, büyük bir alkışla karşıladı seyirci onu. Her zamanki numaralarını bu kez farklı bir içtenlikle sergiliyordu. Salakmış gibi davranıyor, bilinçli  sakarlıklar yapıyordu. Kahkahalar salonun ahizelerini titretiyordu. Birilerinin acizliğine, zaaflarına gülmeyi alışkanlık etmiş insanlar, Fransız romanlarındaki balolardan fırlamış kontesler gibi şuh  kahkahaların atıyordu. Yalnızca çocukların gülüşleri samimiydi, yalnızca onlar içtendi. Gösterinin sonuna gelinmişti, yavaşça sahnenin ortasına yürüdü, reveransını yaptı. Salonda kıyamet gibi bir alkış koptu. Tam doğrulmak üzereydi ki, ön sırada somurtarak oturan bir çocuğa ilişti gözleri. Sahnenin kenarına kadar yürüdü,  kırmızı burnunu çıkarıp çocuğa doğru uzattı. Gülümsedi çocuk, yerinden kalktı, elini uzattı ve burunu aldı. Salondaki son kişi de bilet için verdiği paranın karşılığını almıştı. Işıklar söndü, salon boşaldı.

Karanlık, boş bir salonun ortasında, yalnız, burunsuz bir palyaço olarak öylece kalmıştı.


*SatürnSakini

11 Ocak 2013 Cuma

SATÜRN RADYOSU ŞARKILARI-4

Kesmeşeker-Eğersiz Atlar 
 
dinleyelim 
 
işte böyle herşey bitti 
                                
 arayacak yeni bir sevgilisi var şimdi telefonda
 
 şimdi sen uzakta
 
 saydam bir şehir tadında batıda yaran açıkta

                     
 eyersiz atlara binmek gibi
            
 gayet yalın gayet çıplak
                       
 kahraman olmayı bilmeli insan
                
 herkesin gözü önünde heran

                       
 ben de görmek isterdim şu zevk şehrini
                        
 yolda hep vardı manço izleri
              
 biraz cesaret perdeyi arala
                                   
 gemliğe doğru deniz var sakın şaşırma

                         
 bir savaşın orta yerinde müttefik aşıklardık
                    
 nasıl yabancılaştık böyle
                               
 buluştuk bir yuerlerde evlerde kafelerde
                                          
 sonunda bayrak açtık bak o ölümcül sessizliğe
 
 çok yazık
   
 ortada bir yanlışlık var oku bir dua macera ruhuna

 ağaçlar inanmıyor ormana böyle bir zamanda

 gücüm yoktu kaçmaya