31 Ağustos 2015 Pazartesi

ZAHİD BİZİ TAN EYLEME



    Bu bloğu "modern münzeviler dergahı" adıyla ilk açtığımda, bir kaç modern zaman münzevisi arkadaşla bir şeyler karalamaktı maksadımız. Sonra modern olan nedir, demode olan nedir, inziva modası olan bir şey midir gibi soruların beynime hücum ettiği bir akşam modernitenin aslında pek de bir halt olmadığını farkettim, sonra "münzeviler dergahı" oldu burası .İnsan, hele de münzevi, modern olmazdı, münzeviyet bilhassa modern olandan bir kaçış değil miydi? Burada bir play tuşu var

Sonra n'oldu bilmiyorum. İnzivaya çekildiğimiz mağaralarda kıskıvrak yakaladılar dervişleri.
"beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma'
derdi 'boş yere mağaramdan çıkarma beni, alışkanlıklarımı özellikle
 yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni. Bu
 sefer geride bir şey bırakmadım, tasımı tarağımı topladım geldim.
 Neyim var neyim yoksa ortaya döktüm, beni bırakırsan sudan çıkmış
 balığa dönerim. Bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik "
 yapamayan zavallı köylüye dönerim. Beni uyandırma.."  demişti Oğuz Atay ama dinlemediler Tutunanlar. hatta dört elle sarılanlar. Vahşi bir yaratığın gırtlağını sıkarcasına yapışanlar demek gerekir belki onlara. Tutup çıkardılar mağaralarından dervişleri. Sayıca da kalabalıklardı üstelik. Güçleri yetmezdi ya münzevilere, hile yaptılar, yaralarından vurdular onları. Bir gölge kımıldattılar arkalarında, çölde gezen bir ceylanmışcasına. Mağaranın kapısında, bir hüdhüd kanat çırpıyormuşcasına sesler çıkardılar. Başını kaldırıp baktı dervişler. İşte O an; Eyvah ki ne eyvah! Sonra döndü tekrar yüzünü karanlığa bir derviş, girdi mağarasına ama nafile. O günden sonra o münzevileri bir daha göremedi. Karanlıktan bile korkuyordu artık, vahşi bir yaratığın gırtlağına yapışırmışcasına tutunanlarda görülen hastalıklar baş gösteriyordu ruhunda. Mesela mağarada filan duramazdı, klostrofobisi tutardı. Olacak iş mi Allah'ını seversen klostrofobik bir derviş! Eninde sonunda o daracık mezara gireceğini kabullenmişse nasıl klostrofobik olur bir insan, kabullenememişse ya nasıl derviş olur? Giremedi içeri, yeniden döndü geriye ve tutunanların kalabalığına karıştı. Bir ara; Ne çok acı var" dedi elindeki kitabı kapatarak biri. "Evet yaa retweetle retweetle bitmiyor!" derken buldu diğeri kendini. Hani sözde dervişmeşrepliği de bırakmıyor elden seninki. Yazık...!

                                                                                                                 *SatürnSakini

29 Ağustos 2015 Cumartesi

HUZURSUZ ANTOLOJİSİ-7 !

Sonsuza dek Sophie/ Kemal Sayar

Gözleriniz madam
Gözlerinize bakıyorum da
Sanki bir yangın yeri
Yüzünüz talan edilmiş bir
İmparatorluktan kalmış gibi,
Bir şair oturmuş o iki kaşın arasına,
Tüten dumana ve akan kana bakmaksızın
Aldırmaksızın,
patlayan bombalara şiir söylüyor gibi
Aslında aşktır en çetin meydan muharebesi
Siz koşuştururken lise bahçelerinde
Dilinizde Goethe'den Yarım yamalak ezberlenmiş iki dize
Ve deri ceketinize yaslanmış yürürken yağmurda,
Bir şairdim ben
Kalbimi büyüten dumanlı odalarda
Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam.
Yalan yok! yalan asla olmayacak
Çünkü aşkı üstünüze serpiştirip kaçan o yağmur
Bir gün sizi de ıslatacak
Bir gün sizde hüzünle bakacaksınız kalbimin içine
Orada yenilenmiş bir şarklıyı göreceksiniz
Biz şarklılar, yani Allah'a inananlar, oruç tutanlar
Ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar
Hep yenildik!
Farklı mağlubiyetlerden kuruldu bizim tarihimiz
Diyorum ki vaktiniz varsa bu akşam....
Bizim yüzümüz kızarır madam söyleyemeyiz
Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.
Genç kızlara başlarımızı çevirip bir bakamayız
Bir bakarsak usulca elimizden kayar
Ve parçalanır kristal gençliğimiz
Biz kristal gençleriz madam
Kolayca tuz buz oluruz
-Eve gitsem daha iyi
İyide benim o darmadağın halimi bırakıp nereye,
Her gece saatlerce alıştırma yapıp da
Bir tek sevda sözcüğü fısıldayamamanın sıkıntısı
Aşksızlıktan solan bu cismi terk edip nereye gidiyorsun madam ?
Merdivenlerden peşinizden koşup da
İsminizi haykırmamayı size bakarken derinde
Bir acıyla kıvrandığımı fark etmeden nereye ha…
Bir gün yağmur yağsa
Sırılsıklam o yağmurda ıslanacak
Ve elinde sımsıkı tutuğu bir karanfille
Gözyaşları,saçlarından sızan yağmurla karışacak
Onun kapısının önünde duracaktı
Onun kapısının önünde duracak
Ve asla zile basmayacaktı
O kapının önünde saatlerce ağlayacaktı o sırada fonda
''Senin mavi gözlerinde'' çalacaktı
Sophie, Sophie...
Heyhat Sophie gidiyordu
Mağrur bir prenses gibi şairin kalbinden sürgün edilmişti.
Sanki hilafet ilga ediliyordu.
Saltanat sefalete mahkum edilmişti.
Tarih yeniden yazılıyordu.
Sen benim sürgünümsün Sophie.
Benim ülkem dağlık ve karanlıktır
Dağların arasından bana bir yol vardır
O yolu yürümek zordur...

Sonsuza dek Sofya...

15 Ağustos 2015 Cumartesi

HUZURSUZ ANTOLOJİSİ-6

80'lerin slow şarkılarıdır sebep biraz da
insanları sömürgecilerine benzeten
keten takımlar, tango, fiyonklu masa örtüleri
dersu uzala'dan dersler çıkarmak
gelin bilkent'te iç mimari, baba koç'ta genel köle
her gramı çok değerli elliiki kilo anne
zaten amaç elliiki yıl sonra
hiç bakılmayacak fotoğraflarda en iyi yeri kapmak
bir kutlu hikayesine giremeyecek tipler işte
damat her şeyi kaydediyor
el kamerasıyla gerdeğe girmek deyimini bilmiyor çünkü
oluyor böyle şeyler salaklık endüstrisinde

dilekler tekrarlanır, müzik tekrarlanır
belki yakışırdı beyaz bu kadar tekrarlanmasa
o kötü gülümsemeye verilmez bu kadar para
gelin habersiz; bu düğün daha önce de yapıldı
yeminli örnek deyimini bilmiyor çünkü

benimle tekrar edin!

ilk beş sene çocuk istemeyecekler
ikinci beş yıl nasıl geçti anlamadan
üçüncü beş sene de çocuk onları istemez
bir sürü albüm, bir sürü diyet kupürü, bir sürü…
ankastre mutfağında aval aval bakınarak
bu bakınma daha önce de yapıldı
gelinliği faize sevim'den annesi şahit
oysa her şey çok özel olacaktı geline göre
her şey çok genel oldu sonucu niye

bağlamı farklı ama eren'le konuştuyduk
arjantin'e aşık olur, almanya'yla evleniriz.