13 Eylül 2015 Pazar

Melankolik Müezza & Ayağının Altına Yapışan Karpuz Çekirdeğinin Hüzünlü Hikayesi


Evin içinde çıplak ayakla yürürken sürekli ayağımın altına yapışan bir karpuz çekirdeği var.  Yazın habercisidir, bekar evinde ayağın altına yapışan karpuz çekirdeği. Günlerdir, belki aylardır evin içinde beraber yaşıyoruz. Umursamıyorum. Evin herhangi bir odasında ayağımın altına yapışıyor, bir süre benimle birlikte dolaşıyor evde. Sonra, canı sıkılınca bırakıyor kendini yine evin herhangi başka bir odasına. Direniyor üstelik elektrikli süpürge vakumlarına. Her gün üzerine bastığım o karpuz çekirdeği, ben temizlik yaparken, nasılsa kaçıp saklanıyor bir yerlere. Sonra yine çıkıyor salonun ortasına. Nasıl bu kadar hızlı saklanıyor ve yine nasıl bu kadar hızlı ortaya çıkıyor. Temizlik yapacağımı nasıl önceden bilebiliyor? Aynı şeyi odadaki sandalyeniz yapsa kafayı yersiniz ama umursamıyoruz karpuz çekirdeklerini.

   Havalar biraz soğumaya başlayınca, kendiliğinden kayboluyor üstelik. Kim bilir belki daha sıcak ülkelere göç ediyordur topuktan topuğa dolaşarak. Bir sonraki yıl havalar ısınınca tekrar çıplak ayakların altına yapışmacalı bir göç rotası izleyerek geri geliyordur. Belki, geçen yaz ve önceki diğer yazlar topuğunuza yapışan karpuz çekirdeği, hep aynı karpuz çekirdeğidir. Belki de değildir. Belki henüz yapışamadan birinin topuğuna ve gidemeden daha sıcak yerlere, bir kaç arsız karınca tarafından kışlık yiyecek olarak yuvaya çekiliyordur. Ya densizin biri alıp çitlerse? Bakmayın öyle! Kuruyemiş olarak tüketildiği yerler de var karpuz çekirdeğinin. Ayçiçeğinden pahalı üstelik.

   Bir süredir ayağımın altına yapışan bir karpuz çekirdeği yok evde. Havalar epey soğumuş olmalı. Maalesef gidişi eksikliğiyle anlaşılan şeyler oluyor hayatımızda. Bir veda bile etmeden, sessizce çıkıp gidiyorlar; özellikle de gitmeden önce varlığını pek umursamadığınız şeylerin gidişi koyuyor insana. Karpuz çekirdekleri gibi mesela... Hani usulca hayatımdan çıkmamış olsa bir karpuz çekirdeği, kalkıp da kimseye; evin içinde sürekli ayağımın altına yapışan ve bütün evi öyle dolaşan bir karpuz çekirdeği var diye anlatmazdım. Ama anlatıyorum şu anda. Çünkü evde ayağımın altına yapışan bir karpuz çekirdeği yok artık. Niyeyse garip bir hüzün kaplıyor ruhumu bu kez. İçimde bir burukluk oluyor. Ceylan Ertem'li Vega şarkıları kadar soğudu Ankara ve bir süre bir odasında, bir süre başka bir odasında kaldığım bu evde, topuğuma yapışan bir karpuz çekirdeği dahi olmaksızın üşüyorum mütemadiyen. Karpuz çekirdeği evden gittiği için kendimi suçlu hissediyorum.

   Oysa Müezza olsa böyle yapmazdı. Severdi karpuz çekirdeğini ve her şeyi. İyi davranırdı onlara. İnsanlardan umudunu keseli çok olmuştu ya, dünyayı kurtaracak şeyin iyilik olduğuna inancını hiç yitirmedi. Müezza'ya göre eğer bir insan çevresindeki her şeye karşı iyi davranmayı başarabilirse dünyayı kurtarabilirdi. Her şeye, ama her şeye; karıncalar daha kolay taşısın diye, ekmek kırıklarını daha küçük parçalara ayırabilirdi insan mesela. Mahallenin kedilerine, otobüs beklediği dolmuş durağına, üzerinde uyuduğu çarşafa, ayakkabılarına, çakmağına ve sigarasına, çay içtiği bardağına,  hatta odanın ortasında ayağının altına yapışan karpuz çekirdeğine bile iyi davranabilirdi insan isterse. Bir otobüs durağı nasıl mutlu edilir, bir çarşaf ne yapılırsa mutlu olur, yıkanmadan masada bırakılan bir bardağın kalbi kırılır mı öylece bırakıldığı için, incinir mi yere atılan bir izmarit, yere atılmaktan... Az konuşurdu Müezza, hep bunları düşünürdü.

   Mesela Müezza'nın ayağının altına yapışsa bir karpuz çekirdeği ; usulca bir kenara kaldırdı onu. Vefalıydı üstelik, iş yerinde gün boyunca evdeki karpuz çekirdeğini merak ederdi. Üşenmezdi. Akşam işten gelirken çiçekçiye uğrardı ve küçücük, eflatun bir saksı ile bir de kürek alırdı. Çiçekçinin elinde en çok kalan, en az tercih edilen renkteki saksıdan seçerek, aynı anda hem çiçekçiye, hem en az şevkat gösterilmiş renge iyilik yapabilirdi. Çok yönlüydü Müezza. Eve vardığında içeri girmezdi hemen. Apartmanın arkasına, bahçeye dolaşır, yeni aldığı küreğiyle, yeni aldığı saksısına biraz toprak alır eve öyle dönerdi. Planlıydı Müezza. Akşamdan ayırdığı karpuz çekirdeğini, saksıya eker, pencerenin kenarına koyardı. Bir bardak suyun birazını içip, dibini saksıya dökmezdi. Önce karpuz çekirdeğine su verir, sonra bardakta kalan suyu içerdi. İncelikliydi Müezza. Karpuz çekirdeklerinin kalbini kırmaktan korkardı.

 Müezza'nın, dünyayı gerçekten iyiliğin kurtaracağına inandığı için mi, yoksa iyilik yaparak kendisini rahatlattığı için mi böyle davrandığını asla bilemedik. Belki, bunca kötülüğün içinde hayatta kalabilmesinin tek yolu buydu. Yoksa akıl sağlığını nasıl korurdu insan bu hengamede. Kar yağdığında ayakkabılarına su dolduğu halde, dolmuşa binmekle, evladına harçlık vermek arasında kalan babalar, en yakınları tarafından her gün tacize uğrarken, sadece anneleri çok üzülür diye kimseye şikayet edemeyen ya da intihar edemeyen genç kızlar, hayatında ilk kez askerde ütülü, yamasız ve ağabeyinden kalmamış bir gömlek giyen delikanlılar varken, kimsenin bir şey yapmıyor oluşu nasıl çıldırtmazdı insanı.Hem belki Tanrı, bir karpuz çekirdeğine yapılan iyiliğin hatrına, bir süre daha izin verirdi dünyanın dönmesine.

                                                                                                                            *SatürnSakini