20 Ocak 2019 Pazar

Huzursuz Antolojisi-10

   Bu ara hiç ayarım yok. Bir dağdayım, bir şehirde...  Bir bakarsın parlak bir akdeniz güneşinin altında mandalin bahçelerine nazır bir baraj gölünün kıyısındayım, bir bakarsın sarp kayaların zirvesinde -20 derecede bir rüzgar türbinin tepesinde. Hiç iyi değilim. Günde 3-5 saat ancak uyuyabiliyorum, 3-5 gün öncesine kadar ağzıma sigara sürmezken, günde 3-5 paketi buluyor şimdi. Gün ortasında abuk sabuk rüyalarla uyanıyorum. Bazen üçüncü sınıf bir belde otelinin soğuk bir odasında, bazen bir benzinlikte arabanın içinde aynı rüyayla uyanıyorum. Bir bir çıkıveriyor üzerini çizdiğim, gömdüğüm ne varsa. Hayrolsun diyorum, hayrolacak ne kaldıysa. Yine de kızamıyorum, Böyle bir sıkıntıda sanki ama ellerim uzanmaz toprağın altına...  Eskiler böyle durumlarda canı rahmet istedi derler. Bir hayır işlerler onun adına, bir sadaka filan verirler, bir garip doyururlar. Öyle yapmalı belki...


Bir uçurumun kenarındaymışım gibi hissediyorum böyle zamanlarda...

Uçurumun kenarındayım hızır
Ulu dilber kalesinın burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avcunda
Derin yar adımı çağırır
Dikildim parmaklarımın ucunda...

Not: Aslında hayatımızın özeti biraz. Gençken, çocukken her şeyin güzel olduğu yıllarmış. İbrahim Sadri böyle şiirler okurdu o zamanlar. Şimdi A Haber'de sunucu. Her şeyin ne kadar boka sardığını daha güzel gösteren bir şey olamazdı herhalde...



SATÜRN RADYOSU ŞARKILARI-8




Günler günlerin ardından
Seni  unutmak mecburiyetindeyim
Seni sevmeler cumhuriyetinde
Gözyaşlarım
Gözyaşlarım, kafiye olsun diye değil

Özleye özleye
Kavuştuk birbirimize
Birbirimize vitaminler, moraller verdik
İçimizdeki şeytanlara
Zülfikarlarla saldırdık

Gözyaşlarımızı bitti mi sandın?
Gözyaşlarımızı bitti mi sandın?

Günler günlerin ardından
Seni unutmak mecburiyetindeyim
Seni sevmeler cumhuriyetinde
Senin dulluğun
Benim kulluğum
Kafiye olsun diye değil...

13 Ocak 2019 Pazar

İçini dökememiş tüm yarımlar...

  Dün işten eve dönerken ileride bir alış-veriş listesi olduğunu öğreneceğimiz bir kağıt parçası ile karşılaştım. Büyülü bir bir kurgunun parçasıymış gibi serin bir rüzgarla yavaş yavaş yuvarlanarak gelip ayaklarımın dibinde durdu. Filmlerde büyük ikramiye çıkan bilete, ilerleyen sahnelerde aşık olunup peşine düşülen kızın fotoğrafına verilen rol, benim hayatımda bir alış-veriş listesine bahşedilmişti. Issız bir sokak, sokağa dönmekten son anda vazgeçen uzaktaki bir arabanın ışıkları kımıldıyor asfaltta. Rolünü oscarlık bir performansla oynuyor, sonradan alış-veriş listesi olduğunu farkedeceğimiz küçük not kağıdı. Katlanmadan, eğilip bükülmeden, kirlenmeden taklalar atarak geliyor bana doğru usul usul. Bir kaç takla atıyor kaldırımda biraz duruyor, sonra yeniden taklalar atıyor. Listenin yazılı olduğu taraf bir alta, bir üste geliyor. O bana doğru taklalar atarak geliyor, ben ona doğru yürüyorum. Ben ki, Sadri Alışık'ın Ofsayt Osman'ına çizgi hakemini bıçaklatacak kadar talihsiz bir adam olarak bu gibi durumlarda hep temkinliyimdir. Bu yüzden, öyle hiç düşünmeden gülüp eğlenebilenlere, anı yaşayanlara hep özenmişimdir. Bende sistem temel olarak şöyle çalışır; hep sonradan olacaklar hakkındaki felaket senaryolarıyla meşgul olan bilinç, geçmiş kötü tecrübeler, güvensizlik v.s her seferinde herhangi bir duyguyu doya doya yaşamaktan alıkoyuyor. Sürekli ulan kendimi böyle bırakıyorum, kaptırıyorum ama başımıza bir iş gelmesin temkini var. Olsun yine de işin bu anlattığım arkaplanını bilmezseniz, dışarıdan bakınca; size taklalar atarak gelen bir şeye, sizin usulca yürüyerek yaklaşmanız inanılmaz cool görünüyor. Neyse, tam ayak ucuma geldiğinde işaret verilmiş gibi aynı anda duruyoruz. Bir kaç saniye öylece kımıldamadan sadece duruyoruz.Sonra ben eğilip ona uzanıyorum, bu kez o istifini bozmuyor. İnsanlarla ilişkiler hep böyle değil midir? Önce kendilerini kabullendirinceye kadar size onlar için değerliymişsiniz gibi davranırlar. Sonra onlara ulaşmak, uzanmak için hiçbir şey yapmadan tüm çabayı sizin göstermenizi beklerler.

ekmek
yoğurt
ceviz içi
mayonez
kornişon
meyve suyu(kayısı)
bulaşık süngeri
sigara

 Kime aitti kim bilir. Hiçbir şekilde bir bütün olarak birbiriyle ilişkilendiremediğim birkaç şey... En sonunda, ne olduğunu çözemediğim bir şeyler hazırlamak üzere, bir kısmı mevcut olan malzemelerin, mevcut olmayan eksik kısmını tamamlamak üzere hazırlanan bir liste olduğunda karar kıldım. "Eksikleri tamamlamak" düşüncesi hoşuma gitti. Normalde başka bir planım vardı yemek için ama bu kağıt parçası ile zihnime bulaşan "eksikleri tamamlama" düşüncesine takılıp kaldım. Sanırım eksik bir şeyleri tamamlayacak olma fikri kendimi biraz daha iyi hissettirdi. Yolumu değiştirip markete doğru döndüm. Aslında bir bakkala doğru hareket etsem hikaye için daha güzel olurdu ama bu durum o zaman henüz bir hikayeye dönüşmemişti. Öyle olacağını bilsem mutlaka bakkala giderdim.

 Markete gidip listede ne varsa eksiksiz olarak aldım. Fazla oyalanmadan ambalajı hoşuma giden ne varsa alarak alış-verişi tamamladım. Bir tek sigara problem oldu. Benim suçum değil. Marketlerde sigaraları siz direk alamıyorsunuz, kasiyerler, hemen üzerlerinde bulunan kilitli dolapları açarak kendileri veriyor.Neden böyle saçma bir şey var bilmiyorum. Neyse... Hangisinden diye sordu kasiyer, 3- 4 yıldır sigarayı bırakmış birisi olarak hazır bir cevabım yoktu. Tüm alış-veriş boyunca yaptığım gibi paketi güzel görünen birini seçip, şundan dedim. Kasiyer, bir marka vermediğim için(sanırım) önce şaşkın şaşkın yüzüme baktı, sonra işaret ettiğim yere doğru uzanarak bir paket gösterdi. Benim gösterdiğim paketi tam seçememiş olacak ki, hemen yanındakini işaret ederek "bu mu?" dedi. Keşke listeyi yapan kişi hangi sigaradan istediğini açıkça belirtmiş olsaydı. O an, bundan sonra yapacağım tüm alış-veriş listelerinde her şeyi açık açık belirtmek üzere karar aldım. Bir gün kaybedeceğim bir alış-veriş listesiyle başka birini aynı durumda bırakmak istemezdim. Kasiyer, tekrar ikaz edici bir sesle "bu mu beyfendi?" diye sordu. Bana neden kızdığını anlamadım, elimdeki listede bana da bir marka belirtilmemişti ki. Daha fazla uzatmamak adına kasiyerin işaret ettiği paketi onaylayıp, aldım. Üzerinde "sigara içmek öldürür" yazıyordu. Yanlış! Doğrusu; "sigara içmek de öldürür."  olacak. Marketten geri dönerken gözlerim karşı kaldırımda kağıtla karşılaştığım noktaya takıldı, oradan geçerken garip bir heyecan duydum. Eski sevgiliyle buluşulan bir yerden, yıllar sonra okuduğun ilkokulun yanından geçer gibi bir his, tebessüm ettirdi. Eve döndüm.

 Yeni aldığım ekmeği poşetten çıkarıp, Sabahtan kalan yarım ekmeği dolaba kaldırdım, biraz bayat ama iyi durumda. Yarın da yenebilir sanırım. Hem yemesem ne olacak ki, yarın hiç kimsenin bu ekmek taze değil diye kavga çıkaracağını sanmam bizim evde. Zaten en başta kavga çıkaracak pek kimse de bulunmaz bizim evde. Buna rağmen en başta niye "biz" diye girdiysem lafa artık... Her seferinde böyle düşünmeden edilmiş laflar yüzünden kendimi çıkmazlara sokuyorum. Düşünerek söylediğim laflar yüzünden çıkmazlara girdiğim oluyor bazen, o daha fena. Her halükarda girdiği yerden çıkmasını bilmeli insan. Bir satır başı yapıp devam etmeli hayata kaldığı yerden.

 Listede ne varsa koydum masaya, listeyi de... Bu defa sonucunda bir çıkmaza girmemek şartıyla önce tedbirimi alıp sonra düşündüm, plan yaptım. Akşam yemeği için masada sadece yoğurt ve ekmek vardı. kornişonları bir kaseye koyup üzerine mayonez sıktım. en azından yenmeyecek kadar kötü olmadı. Çerezliğe ceviz içi koydum. Bir bardak meyve suyu doldurdum yanına. kulaklığımı takıp arkama yaslandım. Gözlerimi kapadım, Stavros Lantsias'dan Vals of the Eyes'ı dinledim arka arkaya 5 kez.. Bir bardak meyve suyu daha alıp balkona çıktım, arka arkaya 5 sigara içtim.

Eski bulaşık süngerini bir kenara kaldırdım. Yenisini çıkardım paketinden. Bulaşığı onunla yıkadım. Belki yarın daha iyi bir gün olur dedim kendi kendime, belki yarın daha iyi bir gün olur.-


*Satürn Sakini