31 Aralık 2013 Salı

SİNEYE ÇEKİLEN FİLMLER - 1 -

KARA GÖZLÜ ÇİNGENEM


Künye
Film                        :   Korkoro
Yapım                     :   Fransa, 2009
Senaryo                  :   Tony Gatlif
Yönetmen               :   Tony Gatlif

    Korkoro, yani "özgürlük" genel itibarı ile bakıldığında, tam olarak Tony Gatlif filmografisine yakışan bir iş. 1975 yılından bu yana onlarca filme imza atmış Tony Gatlif'in konu itibarı ile Çingene azınlıkları dışına çıktığı pek nadirdir zaten. Çingene bir annenin ve Cezayirli bir babanın çocuğu olan Gatlif, elinde kamerası ile kendi köklerinin peşinde koşan bir seyyah gibi... Gatlif bu köklerin peşinde koştukça hikayler birikiyor heybesinde ve bizde dünyada yaşamış en eski ve en enteresan toplumlarından biri olan çingeneler ve zengin kültürleri hakkında bir çok şey öğreniyoruz. Söz konusu çingeneler olunca akla gelen diğer bir isim Yugoslav yönetmen Emir Kusturica tabi ki. Meraklısı varsa Emir Kustrica filmografisine de göz atabilir, belki ileride başka bir yazılarda Kustrica filmlerinede göz atarız.

  Tony Gatlif filmlerini anlayabilmek elbette Çingeneleri anlayabilmekten geçer. Millet, milliyet, ırk kavramlarının popüler olduğu bir ülkede hangisi ırktır, hangisi değildir tartışmalarının ortasında bir Çingeneler ekisikti diyebilirsiniz. Irklarının kökeni hakkında bir çok teori mevcut, bir çok farklı bölgede, bir çok farklı isimle anılıyorlar. Bu işle, etnologlar varsın uğraşsın, meseleyi çözünce bize de bir haber etsinler bi zahmet. Biz kendi işimize bakalım. Çingeneler hakkında güçlü bir şekilde üzerinde somut olarak uzlaşılan birkaç nokta var. Bunlar Çingenelerin etnik karakterlerini teşkil ediyor. Bunlardan ilki ve en önemlisi göçebe olmaları. Bu yüzdendir ki Hindistan'dan, Avrupa'nın kuzeyine kadar Çingene topluluklara rastlamak mümkün. Film de çingenelerin bu karakteri üzerine kurulu zaten. Çingenler yerleşik hayata geçerlerse asimile olacaklarına inanıyorlar, tıpkı filmde Taloche ve ailesinin inandığı gibi...Üstelik tarih boyunca hem Anadoluda, hem Avrupada onları haklı çıkaran bir sürü örnek var. Onların kültürlerini yaşayabilmeleri, geleneklerini devam ettirebilmeleri için göçebe olmaları gerekiyor. Çünkü tamir etmek, derme çatma çözümler üretmek onların karakterleri haline gelmiş. O yüzden yeni bir şey inşa etmektense göç ettikleri yerlerde buldukları şeyleri onarıyorlar. O yüzden hurdalar alıyorlar. Çok çalışmak zengin olmak gibi hırslara sahip değiller, eğlenmesini biliyorlar. O yüzden el işleri yapıp, satmak yetiyor onlara. O yüzden her gittikleri yere götürdükleri müzikleri var, küçük yaştan itibaren bir enstürmanda ustalaşıyorlar. Para onlar için yalnızca daha güzel eğlenebilme adına bir araç. Çalışmak onlar için bir zorunluluk değil. Ancak eğlence düzenleyebilecek para bulamadıkları zaman çalışıyorlar. Bu durum bizim gibi bir sisteme adapte olmuş, hırsları olan, televizyonda gördüğü rezidansları arzulayan, havuzlu villalar düşleyen, çocuk yaştan itibaren aktör ya da rock yıldızı olacağı hayalini kurmaya mecbur kılınan insanların kolay kolay anlayabileceği bir şey değil. Standart bir biçimde doğuştan okul, askerlik, iş, evlilik, ailesine iyi bir gelecek kurmakla yükümlü insanlar için fazlasıyla karmaşık. Bu yüzdendir hep çingeneleri hor görmüşlüğümüz, onlara kötü lakaplar isimler takmışlığımız, hazımsızlığımız. Onların böyle yükümlülükleri, arzuları, hırsları yok. O yüzden onlar fal bakıyor, biz fal baktırıyoruz. Çünkü arzularımız, hırslarımız var. Sanıldığının aksine hayallerimiz değil, yerine getirmekle yükümlü olduğumuz sorumluluklarımız var. Aslında bunların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini öğrenmek istiyoruz falcılardan. Onların her gittikleri yerde yeni bir hikaye, yeni bir şarkıya dönüşüyor. Her gittikleri yer yeni bir pazar onlar için. Yeni hurdalar bulabilmek için bir fırsat. Böylece yeni bir şeyler tamir etmeyi öğreniyorlar. Bu yaşam onların özgürlüğü.Göçebe oldukları için ödemek zorunda oldukları taksitleri yok, üniversite haçlarını ödemek zorunda oldukları çocukarı, yeni çamaşır makinalarının borçları yok. İşte bu yüzden bir çingenenin yerleşik hayata geçmesi demek onların yok olması anlamına geliyor.

Filmimize dönecek olursak Fransa'da dolaşan bir çingene ailesinin ve onların yaşantısı üzerine kurulu. /Spoiler/ Bu aile her yıl belli dönemde çalışmak için uğradıkları bir köye gelirler. Bu sırada patlak vermek üzere olan ikinci dünya savaşının bir etkisi olarak Fransa hükümeti sınırları içerisinde bulunan herkesi kontrol altında tutumak ister. Bu yüzden göçebeliği yasaklayan bir yasa ilan edilir. Bu yasanın bir sonucu olarak yerleşik hayata geçmemiş olan belli bir adres beyan edemeyen tüm çingeneler kamplarda toplanır. O güne kadar mülkiyet edinme fikrini bile taşımayan Taloche ve ailesi de dolayısı ile kampa götürülür. Aile ile yakın ilişkisi bulunan köyün doktoru ve öğretmeni bu duruma dayanamaz. Aileye babalarından kalma evleri ve araziyi bağışlar. Bu sayede belli bir mülke ve adrese sahip olan çingene ailesinin kamptan çıkıp artık sahibi oldukları evlerine dönmelerine izin verilir. Ancak mesele bir kampın kötü şartları ya da geniş arazisi olan çiftliklerde rahat bir yaşantı sürmek değildir. Çingeneler için göçebelik dışındaki her hangi bir yaşam tarzı zaten tutsaklıktır. /Spoiler/  Çingenler için su, borularda tutsak edilemez, musluklarla kontrol altına alınamaz, özgürdür. Toprak çitlerle, sınırlarla, duvarlarla çevrilemez. özgürdür. Bu yüzden göçebedir Çingeneler.


Replik-i Ala: "Buradan ayrıldığımız ve kimsenin nerede olduğumuzu bilmediği zaman özgürüz"   

*SatürnSakini

Hiç yorum yok: