5 Aralık 2012 Çarşamba

BİR GARİP FETİŞİZM

                                                                                                                                     Çizim: SatürnSakini

  Ne zaman duygularımı ifade edemesem ayak uçlarıma bakıyorum, bilmiyorum sizde de oluyor mu bu ama ayakların nedense garip bir büyüsü varmış gibi geliyor bana. Üzügünken, kızgınken, kırılmışken...Hep ayak uçlarıma bakıyorum, hayır boynunu bükmekle, gözlerini kaçırmakla alakası yok bunun, tamamen ayaklarla ilgili. Çocukken işlediğim kabahatlerden dolayı azarlandığımda dahi bunu yaptığımı hatırlıyorum. Hayır, hayır halıdaki desenlerle de ilgisi yok, diyorum ya ayaklarla ilgili...

Neredeyse iki gündür kesintisiz olarak ayakları düşünüyorum...Daha bir iki gün önce burada ayak/ayakkabı  konulu bir şeyler paylaşmıştım. Hatice Hanımın Yüksek ökçeleri ile ilgili olan..İşte o günden bu yana kurtulamadım bundan. Evet ayaklar...Hiçbir şey ifade etmiyorlar ama deli gibi düşünüyorum işte. Yalın ayaklar düşünüyorum, -e halinde, -den halinde ayaklar, bazıları çoraplar giymişler, bazıları ayakkabılar. En çok da ayakkabılıları düşünüyorum. İçinde ayaklar olan ayakkabıları, cümle içinde kullanmak istiyorum mesela. Sayfalarca ayakkabı yazmak istiyorum ceza almış ilkokul çocukları gibi...Durduramıyorum...Çizmeler, ruganlar, makosenler, timberlandler, kunduralar, köseleler, kramponlar giymiş ayaklar tepiniyor beynimde.

  Eğer gerçekten dost başa, düşman ayağa bakıyorsa herkese düşman olmak istiyorum. Ucuza ayakkabı satan ayakkabı mağzaları giriyor rüyama, müşterilerin ayakları alışıyor. Uyanamayacaksam uykumdan, ruhum ayaklarımdan çıkmaya başlıyacağını biliyorum.

 Iraklı gazetecilerin fırlattığı ayakkabıların amerikan başkanlarını ıskalamadığı haberler  izlemek istiyor canım. Filmler izlemek istiyorum içinde ayakkabılar geçen. Gold Rush'ta Chaplin'in yediği ayakkabısından tatmak istiyorum bir lokma...Casablanca'yı durdurp durdurp Humphrey Bogart'ın ,Bergman'ın boyuna ulaşmak için giydiği özel ayakkabıları yakalamya çalışıyorum. 42 numara ayaklarıyla Uma Thurman oynuyor Kill Bill'de. Kitaplar okuyorum içinde ayakkabılar geçen; Korkma Ben Varım'da platonik aşık Müntekim ihanet ediyor baba mesleği ayakkabıcılığa,  Yahya Kemal;

Nev-bahar-ı vuslatın bassun deyü ilk ayına/ Kavuşmanın baharı bassın diye ilk ayına
Buseden papuş giydirdim o nermin payına/ Öpücükten papuç giydirdim (yarin)o yumuşak ayağına...

diyor..

Işıklı ayakkabılar giyen çocuklara masallar anlatasım geliyor; Çizmeli kediler, Yüksek Ökçeler, Cindrellalar...

Tarih ayakkabının icadıyla başlıyor benim için. Neil Armstrong'un kendisi için küçük, insanlık için büyük adımından ziyade giydiği astronot ayakkabıları ilgilendiriyor beni...Savaşlar,antlaşmalar umrumda değil.Fransa tahtında 14. Louis'in boyunu uzun göstermek için giydiği çizmeleri, İstiklal harbindeki ayakkabısız askerleri düşünüyorum.

Şarkılar söylüyorum kendi kendime.Türünün, yöresinin, kimin söylediğinin hiç önemi yok. İçinde ayakkabı geçse yeter benim için.

Kundurama kum dolsa atmaya kürek gerek..
Ayağımda kundura, yar gelse dura dura..
Old brown Shoes(The Beatles)
The Boots are Made for Walking(Nancy sinatra)
Walking in My Shoes(Depeche Mode)


"I am not looking for a clearer conscience
Peace of mind after what I've been through
And before we talk of any repentance
Try walking in my shoes
Try walking in my shoes"

İçinde ayakkabı geçen şarkılar dilime dolanıyor. Anadilim tükeniyor ayakkabıları düşünürken. İçinde ayakkabı geçen deyimleri düşünüyorum başka dillerde, Mesela; Walking in my shoes; "Kendini benim yerime koy" gibi bir anlama geliyor sanırsam...

Ve aniden içinde ayakkabı geçen sorular, çivili kramponla atılan tekmeler gibi çarpıyor suratıma.  
" Ya aynı kapının önünde durmazsa ayakkabılarımız hiç?", "camide çalınırsa bayramlık ayakkabıların?" "Kara lastik, şu geçirmez ama mantar yapar!"

Ve serüvenlerini  düşünüyorum ayakkabıların. Astar kesme makineleri, pres makineleri uğulduyor sanki beynimin içinde. Yapışıyor ayakkabılar, dikiliyor ayakkabılar, etiketleniyor, kutulanıyor, konveyörlere düşüyor ayakkabılar. Konveyörler dönüyor...Başım dönüyor...

Vitrinlere düşer ayakabılar, beğenilmeyi beklerler. Ansızın bir tezgahta karşılaşırsın onlarla, beğenirsin, çok güzel görünür gözüne, alırsın. Sezon sonu, ucuza gelirler üstelik...Yeni ayakkabılarını seversin elbet. Önceleri özen gösterirsin onlara, kirlenmesinden korkarsın, kaybolur diye dışarıda bırakmazsın hiçbir zaman, yürürken ayaklarında olması mutlu eder seni. Sonra alışırsın...Çünkü ayakkabılarının kendi başlarına seni bırakıp gidemeyeceği gerçeğinin rahatlığı sarar seni ve O kadar da güzel görünmemeye başlar gözüne, giyince kendini özel hissetmezsin artık. Kirlenmiş olmasını umursamamaya başlarsın, kapının dışında kalması çok da önemsemezsin artık. Önce daha seyrek giymeye başlarsın, sonra sadece ihtiyacın olduğunda giyersin ve sonunda da ayakabılığın bir köşesinde unutur gidersin...Giyip, giymemek keyfine kalmıştır ne de olsa . İraden, tercihlerin vardır senin. Ayakkabılar ise herhangi bir şeydir sadece, istediğin zaman atıp, istediğin zaman giyebilirsin, hiçbir şey hissetmezler ne de olsa...Ne de olsa sadece sahiplerine ait bir eşyalardan ibarettir ayakkabılar...
 
Ayaklarım üşüyor...
ve ben, üşüyen ayaklarına çoraplar giydiriyorum ellerimle..

                                                                                                                                 *SatürnSakini

Hiç yorum yok: